14 Ağustos 2010 Cumartesi

The Expendables

yakın zaman

Stallone, senaryosunu yazdığı, yönettiği ve başrolünde oynadığı son filmi The Expendables ile karşımızda. Üstelik bu sefer işleri tek başına halletmiyor. Yanına yeni kuşak aksiyon yıldızlarından Jason Statham ve Jet Li’nin yanı sıra eski topraklar, Dolph Lundgren, Eric Roberts ve Mickey Rourke’u da alıyor. Hatta konuk oyuncu olarak Arnold Schwarzenegger ve Bruce Willis’de teşrif edenler arasında.



Stallone benim için hep bir kült figür olmuştur. Her ne kadar özellkle de 90’ların ortasından 2000’lerin son çeyreğine kadar olan kısımda bir çok kez kötü filmlerde kötü oyunculuklar sergilese de, benim gözümdeki değerini hiç bir zaman kaybetmemiştir. Bu anlamda Stallone 80’lerde doğmuşlar için özel anlamlar ifade eder. Bir çok kişi onun filmlerini seyrederek sinemayı sevmiş, sinemanın ne tür bir şey olduğunu öğrenmiştir. Stallone uzun bir dönem düşüşe geçen kariyerini 2006’da çektigi Rocky Balboa (Rocky 6) ile adeta küllerinden doğurdu. Benim bile iyi bir film olmasına çok şaşırdığım bu Rocy filminde Stallone adeta kendi kariyerine saygı duruşunda bulunuyordu. İki sene sonra çektiği John Rambo (Rambo 4) ile Stallone iyice silkelenip kendine gelmişti artık. Stallone’yi kurtaran yine eski kült karakterleri olmuştu.



Neyse lafı fazla uzatmadan The Expendables’a geçelim. Konu Stallone olunca insan bir kaç cümle edemeden duramıyor. Uzun süredir gerek oyuncu kadrosu gerekse de fragmanı ile epey heyecan ve beklenti yaratan bir filmdi The Expendables. Hiç şüphesiz 80’lerin aksiyon ruhunu yaşamak, Stallone’ye vefa borcunu ödemek gerekirdi. Gösterime girdiği ilk gün bu duygularla gittiğim filmden, istediğimi alan bir tavırla çıktım. Stallone her ne kadar öyküyü basit temeller üstüne kursa da, zımba gibi bir aksiyon filmi yapmayı başarmış.


Film, Güney Amerika’da küçük bir adada diktatörluk kuran bir generali ortadan kaldırmaya çalışan bir grup paralı askerin hikayesini anlatıyor. Onlara bu görevi veren ise bir CIA ajanı olan Bruce Willis. Yeni görevlerini icra etmek için ülkeye gizlice giren bu askerler kısa sürede durumun hiç de görüldüğü gibi olmadığını, ortada çok daha büyük bir balığın olduğunu anlarlar. Bu balık ise eskiden CIA’da görev almış, şimdi ise generali bir piyon gibi kullanarak, kendi uyuşturucu imparatorluğunu kurmaya çalışan James Munroe (Eric Roberts)’dir. Bir anlamda Amerika, kendi yarattığı düşmanı (burada sanki politik bir taşlama var) yok etmeye çalışıyor.


Film konu olarak bu blog’da daha önce ele aldığım The Evil That Men Do filmini anımsatıyor. O filmde de Charles Bronson gerilla düzenine hizmet eden acımasız bir doktoru öldürmeye çalışıyordu. Kuşkusuz bu tür filmlerin olmazsa olmazı, filmin yoğun aksiyonu içerisinde, duygusal ve naif bir denge yaratacak güzel bir kadındır. Bu filmde ise bu görevi generalin kızı rolünde izlediğimiz, iyi adamlarımızın tarafında olan Sandra (Giselle Itié) sağlıyor. Zaten Stallone senaryoyu bir noktadan sonra bu kızın kurtarılma çabasına bağlıyor. Yani amaçları paranın ötesine geçiyor biraz. İnsani duygular devreye giriyor. Gerçi kızı kurtarırlarken bir yandan da bütün askerleri öldürüp, ortalığı dağıtmaktan da geri kalmıyorlar. Bir anlamda görevlerini de icra ediyorlar.


Filmi genel olarak değerlendirecek olursak, Stallone ilk dakikadan itibaren salt bir aksiyon yapma amacını bize hissettiriyor. İlk başlarda politik gibi duran hikayeyi arka plana atarak bize gerçek niyetini belli ediyor. Son dönemde iyice moda haline gelen ‘b movie’ estetiğini mainstream sinemaya taşıma akımının da bir temsilcisi bu film. Böyle bir bütçe ve oyuncu kadrosu olan bir filmi zaten b film olarak adlandıramayız. Ancak taşıdığı sinemasal ruhun kesinlikle bu olduğunu söyleyebiliriz. Filmin sadece aksiyona zemin hazırlamaya yarayan basit senaryosu, karakterler arasındaki espriler/diyaloglar, oyuncuların mimikleri ve bunun gibi unsurlar filmdeki ‘b movie’ havasını tetikleyen etmenler.


Oyunculara bakıcak olursak, Stallone eski formunu aratmıyor. Jason Statham ise filmde en çok dövüş atraksiyonuna giren isim. Özellikle basket sahasında adamları hacamat ettiği sahnede çok iyi iş çıkartıyor. Jet Li filmin izbandutları arasında biraz ufak boylu kalsa da, yine çok estetik ve iyi dövüşüyor. Eric Roberts, gerek yüzüyle gerekse de oyunculuğu ile kötü karakter imajını çok iyi oturtuyor üstüne. Her ne kadar filmin aksiyon sahnelerine dahil olmasa da, dövmeci rolünde gördüğümüz Mickey Rourke’u izlemek de yine büyük bir keyif. Dolph Lundgren konusunda ise Stallone’ye biraz sitemleyim. Filmin en başındaki müthiş atraksiyonundan sonra, Stallone’nin filmin geri kalanında onu arka plana almasına biraz bozulmadım değil. Umarım olası bir devam filminde daha çok on plana çıkar. Bir de filme siyahi oyuncu kontenjanından dahil olan Terry Crews, o acayip gürültülü silahı ile devreye girdiği sahnelerde çok iyi. Giselle Itié ise daha önce yukarda bahsettiğim gibi filmdeki güzel kadın boşluğunu başarı ile dolduruyor.


Giselle Itié


Sonuç olarak The Expendables, 80’lerin o güzel aksiyonlu günlerine geri dönmek, güzel bir retro keyfi yaşamak için izlenmesi şart filmlerden biri. Senaryo’yu fazla kafaya takmayacağınız takdirde ihya olmanız kaçınılmaz. Stallone süslü özel efektlerden kaçınarak saf bir aksiyon filmi yapmış. Filmde aslında en çok hoşuma giden bu oldu. Günümüz aksiyon filmleri ne yazik ki bu anlamda çok yapay kalıyor. Mehmet Açar Habertürk gazetesindeki yazısında, biraz da olumsuz bir ima ile Stallone’nin kafasının hala 30 sene öncesinde kaldığını, artık kendisini yenilemesi gerektiğini belirtmiş. Açıkçası ben bu duruma itiraz etmiyorum. Biz Stallone’yi o kafa yapısıyla sevdik. Umarız bu kafayla da yeni filmler çekmeye devam eder. Sen çok yaşa “Stallone Reyis”:)



yazan:faust116

4 yorum:

  1. son yazılarında olduğu gibi bunda da filmdeki hatun için ayrı bir parantez açman şaşırtmadı hemde güzel resimleriyle :)

    YanıtlaSil
  2. Yazdıklarına kesinlikle katılıyorum. Aksiyonun dibine vurmuşlar. Senaryoda biraz özenli olsaydı on üzerinden sekiz alırdı.

    YanıtlaSil
  3. 'Cehennem Melekleri' isim çevirisi, filme gitmemiş bence..

    YanıtlaSil
  4. bugün sinemada ikinci kez izledim bu filmi..gerçekten muazzam..filmin isminin türkçe çevirisi tuhaf ama seyirci çekmek için dikkat çekici bence..

    YanıtlaSil