21 Ağustos 2010 Cumartesi

The Punisher

inceleme
1989 yapımı The Punisher, Marvel’in aynı adlı çizgi roman kahramanının ilk sinema uyarlaması. Dolph Lundgren’in Frank Castle rolünü oynadığı filmde yönetmenliği ise Mark Goldblatt yapıyor.


The Punisher’ın bir kaç çizgi romanını da okumuş biri olarak öncelikle konudan kısaca bahsedeyim. Frank, diğer Marvel karakterlerinin aksine evrim geçirmiş bir süper kahraman değil. Tersine bir anti kahramandır. Aslında oldukça başarılı bir polis olan Frank’in kötü adamlar tarafından ailesi hunharca katledilir. Frank o dakikadan itibaren intikam almaya ve kötüleri yok etmeye yemin eder. Kötülerin korkulu rüyası haline gelen bir infazcı haline gelir. Yani amacı intikamın ötesine geçer.


İlk kez 1974’te Spider Man’in bir macerasında görünen, ardından kendi başına bir karakter haline gelen Punisher, çok tipik bir vigilante karakteridir. Hikaye açısından bakıldığında Mad Max ve Death Wish gibi filmlere esin kaynağı olduğunu söyleyebiliriz. Frank’i diğer vigilante karakterlerine göre daha özel yapan husus ise onun oldukça sert ve acımasız olmasıdır. Çizgi romanlardaki bir macerasında yüz yaşında, tekerlekli sandalyedeki bir adama kurşun yağdıracak kadar acımasızdır. Yani kötüye karşı hiç bir merhameti yoktur. Kendisinin de deyimiyle öldürdükçe huzura kavuşan bir karakterdir.


Filme geçicek olursak, her ne kadar vizyona girdiği dönemde video ve TV furyasına hitap eden bir uyarlama olarak atfedilse de, bana kalırsa gayet iyi bir aksiyon filmidir. Çizgi romanın sıkı bir okuyucusu ve hayranı olmadığımdan, iyi bir uyarlama olup olmadığına dair net bir fikir belirtemeyeceğim. Ancak kendi başına film olarak gayet iyi bir seyirlik. Yalnız şunu da belirtmek gerekir ki, filmin senaryosundaki kimi boşluklar göze çarpmıyor değil. Mesela filmin girişi oldukça hızlı gelişiyor. Frank’in geçmişine dair hikayesi bize bir TV haberi aracılığıyla hızlıca veriliyor. Ardından Frank’i direkt aksiyonun içinde görüyoruz. Bu durum filme ilk başta yabancılaşmamıza sebep oluyor. Belli ki fazlaca detaya girip, kafa bulandırmak istememişler.


Film, diğer vigilante filmlerinde olduğu gibi yine adalet kavramına dair oldukça olumsuz argümanlarda bulunuyor. Kötülerin dünyada gerçek cezasını çekebilmesi, ancak bu tür bir anti kahramanın varolması ile mümkün olacağı gerçeği yüzümüze sık sık vuruluyor. Hukukun ve kanunların yetersizliği, eninde sonunda hep masum insanların başını yakıyor. Frank’in ailesinin katledilişi ve filmde masum çocukların kaçırılışı buna örnek gösterilebilir. Bu doğrultuda Frank Castle, adalet arayışının sert ve kanlı bir sembolü olarak film boyunca karşımıza çıkıyor. Filmin afişinde yer alan "if society won't punish the guilty, he will"(eğer toplum suçlulara cezalarını vermezse, o verecek) sözü bu anlamda oldukça manidar.


Filmin yönetmenliğine ve oyunculuğuna da biraz değinelim. Bir çok yerde Dolph Lundgren’in bu rol için aslında yanlış bir seçim olduğu söylenir. Bunun sebebi de, Lundgren’in aslen sarışın olmasıdır. Bilindiği üzere Frank Castle esmerdir. Bu yüzden Dolph Lundgren film boyunca boyalı siyah saçları ile arz-ı endam etmesi doğal olarak biraz garip karşılanmıştır. Ama bana kalırsa Lundgren gerek oyunculuğu gerekse de fiziği ile Frank’in acımasızlığını çok iyi yansıtıyor. Ben yanlış bir seçim olduğunu düşünmüyorum. Sadece izlerken önyargılardan sıyrılmak gerekiyor. Yönetmen Mark Goldblatt ise bana kalırsa aksiyon yüklü bu filmde gerekeni fazlasıyla yapıyor. Tempoyu gayet iyi ayarlamış.


Sonuç olarak The Punisher bir uyarlama olarak başarısı tartışılır. Ancak tek başına film olarak bakıldığında, 80’lerin aksiyon filmlerini sevenlere keyifli dakikalar geçirtecek bir film.

yazan:faust116

1 yorum:

  1. Punisher, sevdiğim B filmlerden biridir, gerçi NWP ( http://muzzybluezzy.blogspot.com/2010/05/new-world-pictures.html ) bu film ile iflasını açıklar ancak bu durum, filmin kötü olduğunu kesinlikle göstermez. Sadece 'şanssızlık' olarak adlandırılabilir.

    YanıtlaSil