15 Şubat 2009 Pazar

The Beyond

inceleme

İtalyan gore ustası Lucio Fulci’nin filmlerini uzun zamandır izleyip, değerlendirmek istiyordum. The Beyond-(E tu vivrai nel terrore - L'aldilà)’la Fulci’ye başlayabilriz.

Film, cehennemin yedi kapısından birinin üstüne inşaa edilmiş, bir otelin lanetini anlatıyor. Açılış sahnesi de bu anlamda, filmin geneli hakkında bir özet çıkartıyor bize. 1927 yılında açılan film, malum otelin 36 numarasında kalan ressamın, kasaba halkı tarafından dinsiz bir büyücü olduğu iddia edilerek, acımasız işkencelere maruz kalarak, öldürülmesiyle açılıyor. Bu andan itibaren filmin içeriği hakkında az-çok bir fikir edinebiliyoruz. Filmin bu girişinden sonra günümüze geliriz (1981). Film baş kahramanı ‘Liza’ adında sarışın bir hatuna, bu otel miras kalmıştır. Harabe halindeki oteli yeniden açmak istemektedir. Daha en baştan ‘Liza’ ile beraber garip olaylar yaşamaya başlarız. Harabe halindeki otelin içinde, kör bir kadın gören işçi, inşaat iskelesinden düşer. Bu olayın hemen ardından otelin altında araştırma yapan su tesisatçısı Joe, bir zombi tarafından gözleri parçalanarak öldürülür.

Lucio Fulci, şiddet konusunda filmde çok cüretkar davranıyor. Başka bir italyan üstad Mario Bava’dan en büyük farkı da, şiddet konusudaki bu cüretkarlığı. Fulci, filmlerinde şiddet sahnelerini o kadar estetik çekiyor ki, kişinin o an gerçekten öldürüldüğünü düşünüyorsunuz. Bir rivayete göre yönetmenin, filmlerinde gerçek organ kullandığı da söyleniyor.

Filmin aslında eklektik bir yapısı da var. Tam anlamıyla tutarlı bir gidişatı yok. Yer yer kopuk bir senaryosu da var. Son 20 dakikaya kadar, gore-gerilim harmanlamasında bir film olarak giderken, bu andan itibaren, Night of the Living Dead tarzında tipik bir zombi filmine dönüşüyor. Yine de bu tür aksak yönlerine karşın, Lucio Fulci’nin gerçekten yetenekli bir yönetmen olması ve her sahneyi oldukça stilize ve estetik çekmesi, filme olan ilginin canlı kalmasını sağlıyor. Fulci’nin asıl amacı da; iyi bir senaryo ile güzel ve tutarlı bir film çekmekten çok, kendi yönetmenlik beceriyle bir şiddet şovu çıkarmak. Filmin en akılda kalıcı sahnelerinin, kanlı sahneler olması da, bu anlamda şaşırtıcı değil.


Filmde çeşitli dinsel referanslarda yok değil. Film boyunca incili andıran, 'EIBON' adlı bir kitaptan çeşitli alıntılar duyuyoruz. Bunlardan en dikkat çekeni ve filmin finalinde de yer alan;

"Ve karanlığın deniziyle karşılaşacaksın...Ve orada keşfedileceklerin hepsiyle."


Bu gibi dinsel referanslar, ‘Fulci’ filmlerinde genel olarak korku altyapısını oluşturan bir araç olarak sık sık karşımıza çıkıyor. Fulci’nin şiddeti oldukça ‘nü’ bir şekilde sergilediği , mide kaldırıcı bir başka filmi ‘City of the Living Dead’de de bir rahibin kendini asmasıyla ortaya çıkan lanetin, kasabaki tüm insanların sırayla öldürmesi anlatılıyor. The Beyond gibi mistik bir yönü var bu filmin de. Bir lanet söz konusu ve ele tüfek alıp, zombi öldürerek geçicek bir lanet değil bu. Sanki Tanrı’nın insanlara sunduğu bir ceza gibi. Yani rahip gibi iyiliği temsil eden, insanları doğru yola teşvik etmekle yükümlü birinin intiharı ile ölüler mezarından kalkar ve insanları öldürmeye başlar.


Beyond gibi City of the Living Dead'de de filmdeki gizemin tam olarak bir açıklaması yok. Rahibin neden intihar ettiği ve onun geçmişi hakkında herhangi bir fikir sahibi olamıyoruz. Fulci bu durumu zaten az önce de açıkladığımız gibi, filmlerindeki şiddet estetiğinin bir parçası olarak kullanıyor. The Beyond’da da buna benzer bir durum söz konusu; Cehennemin yedi kapısından birinin üstüne inşa edilmiş bir otelde yaşayan ressam, kapının anahtarının kendisinde olduğunu ve bu lanetten sadece kendisinin onları kurtaracağını söylese de, acımasızca öldürülür. Yine iyiliği temsil eden bir kişinin ölmesiyle ortaya çıkan bir lanet..Genel olarak Fulci, filmlerini aşağı yukarı bu matematikle oluşturuyor. Gerisi de filmlerinin şiddet konusundaki cüretkarlığına kalıyor.


 Filmdeki oyunculara da kısaca değinecek olursak, Liza rolünde ‘Catriona MacColl’ gayet inandırcı bir performans sergiliyor. Ayrıca böyle mide kaldırıcı bir filme yakışmayacak derece de güzel bir yüzü var. Kör kadın rolündeki ‘Cinzia Monreale’da otantik yüzü ve güzelliği ile filmin atmosferine ayrı bir hava katıyor. Son olarak unutulmaması gereken diğer bir isim de, filmde sadece 2-3 sahnede gözüken kızıl saçlı kız ‘Maria Pia Marsala’. Filmin gergin atmosferine çok uygun, sade bir oyunculuk sergiliyor. Bu film dışında sadece pek bilinmeyen iki filmde daha oynamış. Oyunculuk kariyerini sürdürseydi bence iyi bir yıldız olabilirdi.

Filmden ziyade, genel olarak 'Fulci' sinemasının şiddet estetiği üzerine, fikir verici bir yazı oldu. Yakın zamanda ele almayı düşündüğüm başka bir 'Fulci' filmi The New York Ripper'da, filme dönük bir inceleme yapmayı düşünüyorum.

yazan:faust116

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder