Kısa bir aranın ardından ‘kadın intikam’ filmlerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu sefer ele alacağımız film, Jesus Franco’nun 1971 tarihli filmi She Killed in Ecstasy. Bu film, yönetmenin 1966 yılında çektiği Miss Muerte ile nerdeyse aynı konuyu işliyor. Elbette yüzün üzerinde film çekmiş bir yönetmenin, her filminin farklı olması beklenemez. Dönem dönem aynı temaları, farklı karakter ve hikayeler ile tekrar çektiği olmuştur. Bir çok kötü filmi bulunsa da, She Killed in Ecstasy, Miss Muerte ve Vampirous Lesbos gibi kült sayılabilecek filmlere de imza atmıştır.
Vampirous Lesbos
Filmlerinde genelde oryantalist bir uslup kullanan yönetmenin, bu filmi de çok farklı değil. İnsanı hipnotize eden ve nerdeyse hiç susmayan müzik, naturalasit bir kadın çıplaklığı ve akdenize özgü egzotik mekanlar; Franco filmlerinin genel tematik araçlarını oluşturur. B filmlerinde görmeye alışık olmadığımız bir zerafet söz konusudur filmlerinde. She Killed in Ecstasy, her ne kadar trash sinema tarzına yakın olsa da, Vampiros Lesbos, aşırı oryantalist tarzıyla trash sinemaya çok da yakın sayılmaz. Gerçi Franco’nun filmlerini b film ya da trash olarak görmek, çok da doğru bir bakış açısı olmaz. Yönetmenin yaptığı daha çok kendine özgü bir janr oluşturmak. Filmlerinin kötü bulunmasın da, kuşkusuz bu kendine has, orjinal uslubunun büyük payı var. She Killed in Ecstasy’da yönetmen yine kendine has uslubunu sıkça ortaya koysa da, genel anlamda b film janr’ına daha yakın duran bir film. Bu yönüyle de diğer filmlerine nazaran daha öne çıkan bir yapım.
Filmde, genç ve güzel Susann’ın, kocasının intikamını alışı anlatılıyor. Kocası, oldukça iyi bir tıp bilimcisi olan ve tıpta devrim yaratacak araştırmalar yapan birisi. İnsan ve hayvan embriyosunu birleştirerek, yeni bir tür oluşturmaya çalışan Dr.Johnson, diğer doktor arkadaşları tarafından ciddiye alınmaz ve şarlatan olarak suçlanır. Hatta deli olduğu ve tımarhaneye kapatılması gerektiğini bile söylerler. Bunun üzerine kalbi kırılan doktor, giderek depresyonist bir duruma girmeye başlar. En sonunda aklını yitirir ve intihar eder. Bu duruma dayanamayan karısı ise intikam yemini eder. Kocasının ölümüne sebep olan doktorları tek tek öldürmeye başlar. Bunu yaparken de en büyük silahı olan cinselliğini kullanır. Daha önce ele aldığımız, I Spit in Your Grave’de, Jennifer’ın yaptığı gibi. Gerçi tema kadın-intikam olduğu zaman, kaçınılmaz olarak cinsellik ön planda oluyor. Ancak, yazının başında bahsettiğimiz Miss Muerte’de durum biraz farklı. She Killed in Ecstasy ile aşırı benzer noktaları olan filmde, bu sefer kadın karakter ölen babasının intikamını alıyordu. Filmde Dr. Z, insanı herhangi istenilen başka bir karaktere dönüştüren, mesela azılı bir suçluyu uysal bir kişiye dönüştüren bir makina icat eder. Tıpkı she killed’de olduğu gibi diğer bilim adamaları bu projeye inanmazlar ve Dr Z’yi tıpkı Dr. Johnson gibi yalancılık ve şarlatanlıkla suçlar. Bu duruma dayanamayan Dr Z. kalp krizi geçirir ve oracıkta ölür. Kızı da ölümüne sebep olan doktorlardan tek tek intikam almaya yemin eder. Ancak, alışılmış olduğu gibi cinselliğini kullanmaz. Daha doğrusu intikamını kendi almaz. Babasının projesini devam ettirerek, yeni bir seri katil yaratır. Bir nevi “Frankenstein” durumu. Miss Muerte’de Franco’nun öne çıkan, sağlam işlerinden birisidir. Siyah beyaz görselliği ve özellikle “Bayan Ölü”nün danslarıyla oldukça keyfe değer bir seyirdir.
She Killed’e dönücek olursak; Franco, cinayet sahnelerini oldukça zarif ve estetik bir uslupla çekmiş. Çok fazla kanlı ya da mide bulandırıcı sahneler yok filmde. Bu yönüyle Franco’nun ‘gore’ tarzından uzak durduğunu söyleyebiliriz.
Franco, bu doğrultuda kadın karakterinin psikolojisini ön planda tuttuğunu gösteriyor bize. Susann aldığı her intikam ile kocasıyla daha da bütünleştiğine şahit oluyoruz. Bir çok kez onu çıplak bir şekilde, kocasının ölü vucuduna sarılıp, ağladığını görüyoruz. Burada aklımıza hemen, Nekromantik ve Buio Omega gibi nekrofili özellikler taşıyan filmler gelebilir. Ancak Franco, bu filmlerdeki mide kaldırma atraksiyonuna girmiyor. Susann aldığı her intikam ile kocasına biraz daha yaklaşıyor. Bu şekilde onla bedensel bir iletişim kuracağını düşünüyor. Nitekim intikam listesini tamamladıktan sonra, kocasının ölü bedeni ile kendisini arabayla uçurumdan sürüklüyor. Bedensel bütünlüğü, ruhsal bütünlükle tamamlayıp, nihayete erdiriyor. Filmin en son sahnesinde, polisin kameraya doğru dönüp, “tek bir kişinin ölümünün doğurduğu sonuçlara bak” demesi de, filmin geneli üstüne güzel bir ironi aslında. Bir anlamda polisin gözünde bu ihtişamlı intikam serüveni, sadece çözüme ulaşmamış seri cinayetler.
Oyunculukları da kısaca değinecek olursak, filmde değerlendirilmesi gereken tek oyuncu, intikam kraliçesi ‘Soledad Miranda’. Eşsiz güzelliği ve muhteşem yüzü ile filmi seyretmeniz için en büyük sebebi oluşturuyor. Ayrıca Franco’nun favori oyuncularından olan ve genç yaşta ölen güzel yıldızın She Killed in Ecstasy oynadığı son filmlerden biri. Sonuç olarak, Franco’nun sinemasını keşfetmek isteyenler için, Miss Muerte ile uygun bir başlangıç olabilir bu film.
Soledad Miranda
yazan:faust116
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder