2 Mayıs 2008 Cuma

I Spit on Your Grave

inceleme
Not: Film yaygın olarak Day of the Woman adıyla da biliniyor. Ben daha manidar bulduğumdan I Spit On Your Grave’i başlık olarak tercih ettim. Filmi her iki isimle internetten araştırabilrsiniz.

Yine bir intikam filmi ile karşı karşıyayız. Burada daha önce Foxy Brown’ın intikam sürecini anlatmıştım. I Spit On Your Grave de tıpkı Foxy Brown gibi, ruhen ve bedenen yara almış bir kadının intikam ateşini anlatıyor. Fakat bu filmi Foxy Brown’dan ayıran önemli özelliklerden biri, iyi ve kötü tarafların karşılıklı gerizekalı oluşları. Foxy Brown’da, kötü karakterlerin aptallığından dem vurmuştum hatırlanacağı üzere. Foxy, keskin zekâsı ile durumdan kurtuluyordu; ancak Jennifer için aynı şeyleri söylemem mümkün değil. Çok kötü bir şekilde tecavüze uğrayıp şiddete maruz kaldıktan sonra, çabucak toparlanıp intikamını da oldukça kanlı bir şekilde alması elbette takdir edilesi bir durum. Ama gerek izlediği yöntem, gerekse de yaptığı hamleler ne yazık ki gözümde bu intikamın değerini biraz düşürdü.


Bu intikamın bu kadar kanlı olması, Jennifer’ın zekâsından çok, kötü karakterlerimizin artık derecesini koyamadığım gerizekalılıkları sayesinde oluyor. O kadar tecavüz ve şiddetten sonra birazcık kafaları çalışsa, Jennifer’a son bir darbe indirmeleri işten bile değil. Biraz filmin konusundan bahsedeyim, yorumlamaya devam edeceğim. Film, kendi çapında bir yazar olan güzel ve çekici Jennifer’ın, yeni kitabını bitirmek için geldiği sakin kasabada başından geçen meşum olayları anlatıyor. Göl kenarında güzel bir evde günlerini geçiren Jennifer, dört kişilik bir arkadaş grubunun dikkatini çeker. Başından beri sağlam pabuç gözükmeyen bu grup, nitekim Jennifer’a da birkaç gösteri sonunda kancayı takarlar. Film de tam olarak bundan sonra başlıyor aslında. Yaklaşık 30-40 dakika boyunca yoğun şiddet ve tecavüz sahnelerine maruz kalıyoruz. Oldukça durağan başlayan film, bu noktadan sonra bambaşka bir şekle giriyor. Yönetmen Meir Zarchi’nin, bu açıdan filmin temposunu oldukça iyi ayarladığını söylemem gerek. Yönetmene de sanırım bir parantez açmak lazım. I Spit On Your Grave, kendisinin ilk sinema filmi. Daha sonra bir film daha çekmiş, ama sadece bu filmle biliniyor. Bir nevi “one hit wonder” diyebiliriz kendisi için. Bu filmde gösterdiği yeteneğe bakılırsa, daha çok film çekebilse, Amerikan sinemasının Dario Argento’su veya Mario Bava’sı olabilirmiş.


Filme dönecek olursak, karakterlerden de bahsetmemiz gerek biraz. Tecavüzcü grubun aşırı salak olduğunu söylemiştim. Hem bu kadar psikopat olup onca şiddet uygulayacaksın, hem de iş öldürmeye gelince bu kadar acemice davranacaksın. Filmin en büyük çelişkisi bu aslında. Jennifer, diğer karakterlerin korkaklığı sayesinde, şans eseri hayatta kalıyor. Korkak diyorum, çünkü bu karakterler her türlü iğrençliği yapabiliyorken nedense öldürme içgüdüsünden yoksunlar. Bir de içlerinden en pasif ve salak olanına veriyorlar öldürme görevini. O da yerine getiremiyor tabii ki. Diğer adamların, bu aptala nasıl güvenip de öldürme işini teslim edebildiği ayrı konu; ama bari işi veriyorsunuz, daha sonra gidip bir kontrol edin en azından öldürüp öldürmediğini. Hal böyle olunca, Jennifer kılıçları kuşanıyor tabii ki. İntikamın şekline gelince; Jennifer’ın intikamı, bir nevi cinselliği ile oluyor. Cinselliğini bir silah gibi kullanıp adamların hepsini tek tek ağına düşürüyor. Fakat özellikle ikinci kurbanını öldürürken resmen Rus ruleti oynadığını söylemeliyim. Banyoda gerçekleşen bu intikam sahnesinde, adamın kafası biraz çalışsa işi bitirecek. İntikam şekli süper, ama oldukça riskli.


Son sözlere gelecek olursak; Jennifer’ı oynayan Camille Keaton’ın çok çekici olduğunu ve en azından kırk dakika süren tecavüz sahnesi için de yerinde bir seçim olduğunu belirtmek istiyorum. Kötülerin ise hepsini ismen anmaya gerek görmüyorum; her biri birbirinden psikopat performanslar sergilemiş, üstlerine düşeni yapmışlar. İçlerinden pasif ve daha aptal olan Matthew, yani tecavüz sonrası öldürme görevini üstlenen Richard Pace biraz daha dikkat çekiyor. Yönetmeni de, bu kadar sinirlerle oynayan, iyi bir gerilim yarattığı için tebrik etmek gerek. Her bünyeye hitap eden bir film değil; o nedenle, bu filmi seyredeceklere, Michael Haneke’nin deyimiyle, huzursuz seyirler dilerim.

yazan:faust116

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder