20 Eylül 2008 Cumartesi

Ms. 45

inceleme

Abel Ferrara, amerikan bağımsız sinemasının en sıradışı isimlerinden birisi. Belli bir sinema tarzına bağlı kalmadan, filmlerinin hikayesine hizmet eden bir isim. Bu anlamda filmografisinde gerek içerik, gerekse de biçimsel olarak birbirinden çok farklı filmler var. Ms.45, onun sinema kariyerinde çok özel noktada duran bir film. Porno filmler çekerek yönetmenliğe başlayan Ferrara, daha sonra 1979’da kendisinin başrolde oynadığı, The Driller Killer’la gerçek anlamda sinema yapmaya başlamıştır. Ms .45 ise onun farkedilmesini sağlayan, çıkış yaptığı filmlerinden birisidir.

 Ms.45, çok sert feminist argümanı olan ve bunun üstünden istismar yapan bir film. Abel Ferrara, mesajını laf kalabalığına girmeden, direkt olarak kadının sergilediği şiddet ile veriyor. Bu durum filmi biçimsel olarak daha görsel bir hale getiriyor. Filmin konuya girişi de bu anlamda çok ani oluyor. Filmin henüz ilk dakikalarında yolda sessizce yürüyen ‘Thana’ (Zoë Lund) aniden birisi tarafından ara bir sokağa sürükleniyor ve tecavüze uğruyor. Bu da yetmezmiş gibi evine geldiğinde, evini soyan hırsız tarafından yine aynı şekilde tecavüze maruz kalıyor. Fakat, bu sefer karşı koyabilme imkanı buluyor. Eline geçirdiği ilk cisimle adamın kafasına indiriyor darbeyi. Ardından yanı başında duran ütüyü eline alıp olduğu gibi adamın kafasına saplıyor.


Filmde tam bu noktadan sonra başlıyor...Dilsiz kızımız ‘Thana’, artık bir ölüm makinasına dönüşmüştür. Sokağa çıktığı zaman, kendisine laf atan ve taciz eden tüm erkekleri gözünü kırpmadan vurmaya başlar. Tepkisini ancak bu şekilde verebilmektedir. Çünkü derdini anlatabilecek bir konuşma yetisine sahip değildir. Bu açıdan filmde, ‘Thana’ ve aynı yerde çalıştığı arkadaşı ‘Laurie’ arasında ilginç bir kontrast kurulmuştur. Laurie, erkekler hakkında ileri-geri konuşan birisidir. Ama, ‘Thana’ direk eyleme geçmektedir. ‘Thana’yı oynayan ‘Zoe Lund’ şöyle demiş mesela bu konuda:
"At first Thana has admiration for Laurie, but later she feels contempt. Laurie talks a lot, but she's hypocritical. Thana can't talk, she can't bullshit. Her only way to respond is through action, which is more honest."
(İlk başta Thana, Laurie'ye hayranlık duyuyor, ama sonra onu küçümsemeye başlıyor. Laurie hep konuşuyor, ancak ikiyüzlü biri. Thana konuşamıyor, onun gibi atıp tutma imkanı yok. Tepki göstermesinin tek yolu doğrudan harekete geçmek, ki bu daha dürüst bir tavır.)
‘Zoe Lund’un bu sözlerinden şunu anlıyoruz; ‘Laurie’ ikiyüzlü, çünkü erkekleri eleştiriyor, ama aslında, o erkek sisteminin koruyuculuğunu yapıyor. Son sahnede, sembolik olarak fallik nesne değeri kazanan (bacaklarının arasında ereksiyonu andırır şekilde tuttuğu) bıçakla ‘Laurie’, (yine fallik iktidar aracı olan) tabancasıyla erkek egemen düzeni ihlal eden ‘Thana’yı öldürerek bu düzenin koruyucusu rolüne bürünüyor. Bu düzeni asıl yürütenler, ‘Thana’ ve ‘Laurie’nin patronu gibi, toplumsal iktidarı elinde tutan erkekler. ‘Zoe Lund’, bunla ilgili de şöyle demiş;
"The real villain is Thana's boss, who wants to keep his women for forty years in his service."
(Filmin asıl kötü adamı, kızları ömür boyu hizmetinde koşturmak isteyen patron.)


Farklı bir açıdan düşündüğümüz zaman aslında ‘Laurie’, son sahnede normal bir insanın yapacağını yapıyor. Katliam çıkartan bir insanı durduruyor. Bir nevi daha fazla masum insanın ölmesini engelliyor. Elbette ‘Thana’ için ‘masum’ ve ‘erkek’ kelimesi yanyana gelebilcek ifadeler değil. ‘Thana’, bir anlamda ‘Laurie’ hakkında farklı düşünüyordu. ‘Thana’ kendisini öldürenin ‘Laurie’ olduğunu görünce, yüzünden derin bir hayalkırıklığı ifadesi ile film boyunca ağzından çıkan tek kelimeyi söyledi; 'sister'. Bir anlamda onun da kendisi gibi düşündüğünü zannediyordu.
Final sahnesinde, partide giyilen kıyafetlerin de sembolik bir yönü var. ‘Thana’ nın patronu Dracula gibi giyinmiş; Yani saf/bakire kızların kanını emerek yaşayan ve kızları seks kölesi olarak tutsak eden bir vampir. ‘Thana’, rahibe kılığında, ama ağır makyaj altında seksi bir kıyafetle gelmiş; Yani orospu/bakire karşıtlığı bir arada. Bu karşıtlık, genel erkek bakış açısının ürünü olup kadınları kalıplara girmeye zorlar ve ikisinin karışımı düşünülemez. Filmde en son ölen ise, gelin kılığında bir adamdır. Gelinlik, kadının ekonomik ve sosyal olarak erkeğin egemenliği altına girmesini sağlayan kurumun simgesidir.


Filmde ayrıca masum olsun, olmasın ‘her erkeğin bir şekilde öldürülmesi gerekir’ gibi, faşizan bir feminist yargı da var. Bu doğrultuda son sahne ayrı bir anlam kazanıyor. ‘Thana’nın komşusunun köpeğini gördüğümüz ve köpeği öldürmediğini anladığımız sahne, filmin ruhuyla çok iyi uyuşuyor. Yani köpeklerin bile erkeklerden daha çok merhameti hak ettiğini ve yaşama hakları olduğunu belirten bir sahne.

En nihayetinde bu filme yaklaşmak için iki alternatif var gibi. Biri bu, yani bütün erkeklere karşı bir tavır var. Bu durumda ‘Thana’, sadece tecavüzlerin intikamını almanın ötesine geçerek, şehirdeki bütün kadınların kolektif öfkesini kusmaya başlıyor (ayrıca bu tür istismar filmlerinde cinsel obje olarak sömürülen bütün kadınların). Çünkü şehrin her yanında kadınlar her gün erkekler tarafından taciz ediliyor, sömürülüyor. masum görünse bile (thana'nın, fırsat bulunca sarkıntılıktan geri durmayan patronu gibi), her erkek seksisttir ve ölmeyi hakeder gibi bir söylem var neredeyse. Sanki, ‘Thana’, tecavüzcüyü küvette parçalara ayırdıktan sonra bunları şehrin değişik yerlerine bıraktığı zaman, adamın suç(luluğ)u da bütün şehre, bütün erkeklere salgın hastalık gibi yayılıyor ve tüm şehir intikama açık bir alan haline geliyor. Ama, diğer yaklaşıma göre, ‘Thana’ zaten dengesiz bir kızdır ve tecavüzlerin travmasıyla iyice sapıtarak, içindeki mizantropiyi, herkesi öldürmeye başlayarak dışa vurur. Hangi yaklaşım filme daha uygun, pek belli değil.
  Bu iki yaklaşımın da doğru noktaları bulunmakla beraber, farklı olarak şöyle bir anlam da çıkarılabilir. Thana'nın bir seri katile dönüşmesi, tam olarak tecavüzle yaşadığı bir travma değil de, öldürmenin verdiği kaçınılmaz değişimle oluyor. Çünkü ‘Thana’ işyerinde ütü yaparken bir anda evinde öldürdüğü adamı hatırlar(ütü ile öldürüyordu). Ardından şehrin çeşitli yerlerine bıraktığı çantayı farkedip, kendisine getirmeye çalışan adamı da hiç beklemediği bir anda öldürerek, bir nevi öldürmeyi kendince ideal bir korunma haline getirir. O yüzden değişiminin sebebi, tamamen tecavüz'e değil, hiç beklemediği bir anda cinayet işlememesine de bağlanabilir. Hatta bunun tecavüzden daha büyük bir etken olduğu düşünmekte yanlış olmaz. Şayet sadece tecavüze uğrasaydı belki böyle bir seri katile dönüşmezdi. Öldürme içgüdüsü'nü tatması ve bunun kaçınılmaz olarak erkelerden tek idael korunma yöntemi olduğuna inanması, onu bir ölüm makinasına dönüştürüyor.


Filmin teknik özelliklerine de kısaca değinecek olursak; Filmin kurgusu anlayışı ‘Nicholas Roeg’ filmlerini anımsatır biçimde ilerliyor. ‘Roeg’, genelde hiçbir sahneyi normal, çizgisel biçimde kurgulamayan ve araya bir sürü detay çekimi koyan birisi. Bu filmde de biraz bu tarz bir kurgu yapısı var. Bir de son sahne, ‘Carrie’nin finalini ve ‘Peckinpah’ın ağır çekim şiddet sahnelerini andırıyor. Dilsiz kız ‘Thana’ rolünde ‘Zoe Lund’ ise hiç konuşmadığı filmde muhteşem bir performans sergiliyor. Tabi bunda eşsiz bir yüz güzelliğine sahip olmasının büyük payı var. Ms.45, sonuç itibariyle şahsına oldukça münasır bir sinemacının, sert feminist argümanlar içeren ve erkekleri baya bir rahatsız edecek türde kült bir filmi.
yazan:loveless&faust116

1 yorum:

  1. Mükemmel bir Abel Ferrara filmidir, kesinlikle kaçırmayın.. ;)

    YanıtlaSil