4 Haziran 2012 Pazartesi

The Killers


Hemingway’in aynı isimli kısa hikayesinden uyarlanan, bir kara film klasiği The Killers ile kara film analizlerine tam gaz devam ediyoruz. Robert Siodmak’ın yönettiği, Anthony Veiller’ın senaryosunu yazdığı filmde, Burt Lancaster ve Ava Gardner başrolleri paylaşıyor. Öncelikle filmi tek cümleyle özetlemek gerekirse, “hayatı boyunca kazık yemiş bir insanın hikayesi” diyebiliriz. Her şeyden önce hazin bir öyküsü var filmin. Burt Lancaster’in canlandırdığı Ole Andreson (nam-ı diğer İsveçli) karakteri, tüm kara filmler içerisindeki belki de en sağlam kazık yemiş karakterlerden birisi. Ava Gardner ise Kitty Collins rolünde inanılmaz bir Femme Fatale portresi çiziyor.


Konuyu kısaca özetlersek, uzun yıllar boyunca saklandığı kasabada bir gece ansızın ortaya çıkan iki kiralık katil tarafından vurularak öldürülen Ole Andreson'ın (Burt Lancaster) durumu sigorta şirketinin gözüpek çalışanı Jim Reardon'ın (Edmond O'Brien) dikkatini çeker. Cinayeti araştırmaya başlayan Jim, İsveçli olarak da bilinen Andersen'in tanıdıklarıyla konuştukça onun karanlık geçmişine tanık olur. Jim olayı deşeledikçe ilginç bağlantılar kurmaya başlar ve sonunda geçmişte yaşanan bir hırsızlık olayının bu cinayetle ilgili olduğu varsayımına ulaşır. Jim’in çalıştığı sigorta şirketine 250 bin dolara mal olmuş olan bu hırsızlık olayının davası kapanalı altı yıl olsa da Jim'in vazgeçmeye niyeti yoktur. Bir anlamda hem gizemli cinayetini çözmek, hem de çalıştığı kurumun kayıp parasına ulaşma niyetindedir.


Filmin kurgu mizanseni fazlasıyla Orson Welles’in ilk filmi Citizen Kane’i andırıyor. Hikayenin sonuç kısmına henüz filmin en başlarında öğreniyoruz. Daha sonra filmde olayı soruşturan Jim gibi biz de adım adım bu olayın nedenlerini öğreniyoruz. Citizen Kane’in gizemi nasıl roseboud ise bu filmin de gizemi Ole Andreson oluyor. Ancak bu iki film arasında bahsettiğimiz bu kurgusal mizansen dışında çok bir benzerlik yok. Citizen Kane bugün bile sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak kabul ediliyor ve doğal olarak çekildiği dönemde birçok farklı filmin üslubunu etkilediği aşikar.


Yazının en başında da bahsettiğimiz üzere bu film, hayattan ve insanlardan çok feci kazıklar yemiş bir karakterin hikayesi. Aslen sıkı bir boksör olan Ole Andreson, bir maç sırasında sağ elinin parmaklarının kırılmasıyla boks serüveni sona erer. Daha ufak yaşta annesi ve babasını kaybeden ve hayata karşı yumruklarıyla ayakta duran Ole, hayatını sürdürmek için artık bambaşka bir yol seçmiştir. Bu arada Kitty Collins’e (Ava Gardner) ilk görüşte aşık olan Ole, onun için ayrıca üç yıl hapis yatmayı göze alır. Hapisten çıktıktan sonra bir soyguna karışacak olan Ole, burada da yine karşısında Kitty’i bulacak ve ondan tekrar çok sağlam bir kazık yiyecektir.


Filmde Ava Gardner’ın canlandırdığı Kitty karakteri için rahatlıkla tüm kara fillmer içerisindeki en hain, en iki yüzlü ve acımasız kadın karakterlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Kitty’ye olan aşkından gözü kararmış Ole ise her fırsatta kurbanlık koyun gibi teslim oluyor Kitty’e. O da onu çok güzel şekilde kullanıyor. Filmin bu anlamda gizliden gizliye anti-feminist bir bakış açısına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bütün film boyunca hikayede iki tane önemli kadın karakter görüyoruz. Bunlardan biri Kitty diğeri ise Virginia Christine’ın canlandırdığı Lilly Harmon karakteri. Lilly filmde Ole’ye karşı karşılıksız bir aşk besleyen, masum bir kadın profili çiziyor gibi görünse de, Ole’nin en zor zamanlarında yanında olmayan, deyim yerindeyse onu Kitty’e karşı körelmiş bir vaziyette bırakıp giden bir karakter. Sonradan Ole’den yüz bulamayınca onun çocukluk arkadaşı olan dedektif Sam Lubinsky ile evlenerek bir anlamda koca avcısı gibi davrandığını söyleyebiliriz. Elbette burada “kadınlık gururu denen bir şey var, bir insan kendini sevmeyen birinin niye ısrarla peşinden koşmaya devam etsin ki” yorumu yapılabilir haklı olarak. Ancak burada benim demek istediğim, Lily’nin en azından bir arkadaş olarak Ole’yi belanın içine girmeden kollayabileceği yönündeydi. Sonradan anlıyoruz ki, Lily, Ole ölene kadar ondan hiç haber almıyor neredeyse. Yani sırf ona kendisi gibi bir aşk duymadığı gerekçesiyle Ole’yi belanın içinde yapayalnız bırakıp gidiyor. Filmdeki kadın karakterlerin bencilliği özellikle son sahnede Kitty aracılığı ile yoğun şekilde vurgulanıyor. Kitty’nin masum olduğunu haykırdığı bu son sahne, filmin kadın bakış açısının kısa bir özeti niteliğinde.


Filmi Teknik açıdan değerlendirdiğimizde ise çok iyi bir kurguya ve görüntü yönetimine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle filmin ilk 20 dakikası çok iyi çekilmiş. Alman yönetmen Siodmak, daha en baştan gerilimi en yüksekten vererek, filme bir anlamda ısınmanızı sağlıyor. Yine kimi sahnelerdeki gölge oyunları ve kamera açıları çok başarılı. Filmin ayrıca çekildiği sene dört dalda (yönetmen, senaryo, müzik ve kurgu) oscar adayı olduğunu da hatırlatalım.

En nihayetide karakter draması ile öne çıkan bir film The Killers. Ancak bu karakter, filmde olay örgüsünün perde arkasından yer alan bir figür olarak filmde yer alıyor. Bu anlamda karakterin dramasını anlayıp, benimsemek biraz izleyiciye düşen bir görev. Çünkü filmin ön planında cinayeti soruşturan sigortacının gerilim dolu hikayesi yer alıyor.

yazan:faust116

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder