24 Nisan 2010 Cumartesi

Martin

inceleme
Martin, 1977 tarihli bir George A. Romero filmi. Daha çok zombi filmleri ile tanıdığımız Romero, bu filminde vampir mitine, realist ve minimal bir bakış atıyor. Vampirliği alışılmışın dışında bir büyü ya da lanet olarak değil de, bir hastalık olarak ele alıyor. Filmin henüz en başında Martin’i (John Amplas) bir trenle Pittsburgh’a kuzenin yanına giderken görüyoruz. Trende iken genç ve güzel bir kadın Martin’in dikkatini çeker. Hava karardığı anda genç kadının odasına giren Martin, onu iğne ile bayıltır ve kanını içer. Daha en baştan bu giriş sahnesi ile Martin’in alışılmışın dışında bir vampir olduğunu anlarız. Mesela bildiğimiz vampirler gibi keskin dişleri yoktur. Kurbanının tutup da boynundan ısırmaz. Jiletle bileklerini keserek kanını içer.


Tren Pitsburg’a vardığında Martin’i yaşlı kuzeni Cuda (Lincoln Maazel), yüzünde oldukça kinli bir ifade ile karşılar. Öncelike yirmili yaşlarda görünen Martin’in nasıl bu kadar yaşlı bir kuzeni olur diye düşünürüz. Ancak meseleyi sonradan anlarız. Martin her ne kadar güneşten, sarımsaktan ve haçtan etkilenmese de, klasik vampirler gibi bedeni yaşlanmamaktadır. Ölümsüz olup olmadığını ise bilmeyiz. Kişisel fikrimce bu durum, filmin handikaplarından biri. Klasik vampir özelliklerinden hiç birini üzerinde barındırmayan Martin’in, bedenen yaşlanmaması, filmin hikaye yapısı ile biraz çelişkili sanki.


Bir de bunlara ilaveten Martin karakterini fazla tanıyamıyoruz. Yani filmin karakter derinliği biraz zayıf. Geçmişi hakkında ancak bazı sahnelerde karşımıza çıkan anlık siyah-beyaz flashback’ler sayesinde az çok bir fikir edinebiliyoruz. Ancak şu da bilinmelidir ki, filmin kayıp olan 2 saat 45 dakikalık bir versiyonu var. Filmin negatiflerinin çalınması sebebiyle, film ancak 95 dakika süren kurgusu ile karşımızda. Muhtemelen uzun versiyon, Martin’in geçmişi ve karakteri hakkında bize daha çok bilgi veriyor.


Romero her ne kadar Martin’in karakter derinliğine inemese de, özellikle onun her gece bir radyo programına bağlanıp, içini döktüğü sahnelerde, bize Martin’in psikolojisi üzerine fikir veriyor. Martin, programın sunucusu ve kendini dinleyenlere, her defasında vampirliğin (gerçi martin bu şekilde nitelemez) filmlerde gördüğümüzden çok farklı olduğunu, bir çeşit hastalık ve saplantı olduğunu dile getirir. En büyük hayalinin ise bir kadınla, ona zarar vermeden birlikte olup, ardından sohbet etmek olduğunu söyler. Martin bu amacına filmin ilerleyen dakikalarında ulaşır. Kuzeninin işlettiği bir markette çırak olarak çalışan Martin, poşetlerini götürdüğü bir evde kendinden yaşça büyük (tabi görünüş olarak) bir kadınla tanışır. Kadınla zaman içerisinde seksüel/duygusal bir ilişki kurar. Ancak kadının melankolik ve depresif tavırları, zamanla Martin’in kafasını karıştırır. Bir ilişkide bu tür durumlarda ne yapılması gerektiğini tam olarak bilmeyen Martin, bir süre sonra kana olan saplantısı ve kadına hissettiği duygular arasında bir ikilem yaşar.

Bir gün kadının, evindeki küvette intihar ettiğini gören Martin, ilk başta yoğun bir üzüntü hissetse de, sonradan yaşadığı ikilemden kurtulduğu için içten içe memnun olmuştur. Ancak kasabaya daha ilk ayak bastığı anda onu “burada herhangi bir kişiyi öldürürsen seni yok ederim” diye tehdit eden kuzeni, bu kadının intihar ettiğine inanmaz. Martin’in onu öldürdüğünü düşünür. Bir sabah Martin uyanır uyanmaz, onun göğsüne tahta bir kazık saplayan kuzeni Cuda, en başta söylediği sözü tutarak onu yok eder.


Martin rolünde John Amplas filmdeki karakterine uygun, iyi bir oyunculuk sergiliyor. Ayrıca yönetmen George A. Romero’nun da filmde peder Howard olarak kısa bir rolü bulunuyor. Romero’nun yönetmenliğine de kısaca değinecek olursak, genelikle içerik olarak eleştirisel tarz olarak da popülist bir bakış açısıyla çektiği zombi filmlerine nazaran, oldukça durgun bir film Martin. Yine de az ama öz olan kimi gerilimli sahnelerde tempoyu ayakta tutmayı çok iyi başarıyor. Belki de filmin negatiflerinin çalınması, yönetmenin kafasındaki projeden farklı bir şey çıkmasına sebep olmuş. Bu haliyle sanki iki arada bir derede kalmış bir film var karşımızda. Ancak Romero yine de yaşadığı kimi sıkıntılara karşın, filmi bir şekilde toparlamayı da başarabilmiş. Sonuç olarak Martin, yönetmenin filmografisinde çok farklı bir yerde duran, özel bir film. Gerek Romero hayranları, gerekse de vampir mitine karşı değişik bir bakış açısı arayanların, keşfetmesi gereken bir film.

yazan:faust116

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder