26 Mart 2011 Cumartesi

The Town


Amerikan sinemasında genel olarak oyunculukla ün yapıp ardından yönetmenliğe yönelen isimlerin kariyerinde her zaman bir gelişme görülmüştür. Clint Eastwood, Mel Gibson ve Sean Pean ilk aklıma gelenler. Bunlar oyunculuktaki başarısını yönetmenliğe de yansıtan isimler. Ben Affleck’in durumu ise biraz farklı. Pek de iyi sayılmayan oyunculuğuna karşın, yönetmenlikte oldukça iyi işler çıkarmaya başladı. Şahsen görme fırsatı bulamadığım ama olumlu eleştiriler alan Gone Baby Gone, ardından da The Town ile bu alanda oldukça iyi bir kariyer yapacağının sinyallerini veriyor. 90’larda ve 2000’lerin başında oynadığı birçok kofti romantik ve kahramanlık filmlerinden sonra kendini bu kadar geliştirmesi takdire şayan gerçekten. Bu durumun oluşmasında kanımca yakasını Jennifer Lopez’den kurtarıp, Jennifer Garner gibi bir kadınla evlenip iki çocuk yapmasının da payı vardır. :)


The Town’u değerlendirmeye başlayacak olursak, filmi izlerken birçok kişinin aklına ister istemez Michael Mann’in aksiyon başyapıtı Heat gelmiştir. Heat bu alanda çok önemli bir filmdir aslında, The Town’u onun muadillerinden biri olarak görebiliriz. Ben Affleck’in hem yazarken, hem de yönetirken Heat filminden çokça etkilendiği ortada. Ancak The Town yine de kendi içerisinde barındırdığı sağlam yönetimi ve iyi olan dramatik yapısı ile öncülü olan Heat'ten ayrılarak apayrı güzel bir film olmayı başarıyor.


Film, şehir olarak arka planına Los Angelas ya da New York gibi şehirlerin aksine hem eğitim hem de suç oranının yüksek olduğu, ilginç ve eklektik şehir Boston’u alıyor. Charlestown kasabasında soygunculuk babadan oğula geçen adeta insanların kaderi olan bir olgudur. Film, bu kasabada mahalli suçlar işleyen ve oldukça ustaca banka soyan dört karakteri ele alıyor. Gerçi bu karakterlerden iki tanesini pasif olarak görüyoruz. Hırsızlardan filmde aktif olan Doug (Ben Affleck) ve James (Jeremy Renner)’dir. Bu dörtlü son olarak soydukları bankanın müdürü Claire’i (Rebecca Hall) rehin alırlar. Ardından Claire’i bir sahilde serbest bırakıp yollarına devam ederler. Kadının ehliyetini alan hırsızların, içlerinden delil bıraktıklarına dair bir his vardır. Grubun başı Doug, Claire’i takip etmeye başlar. Claire ve Doug giderek yakınlaşmaya ve birbirlerine aşık olmaya başlarlar. Claire, Doug’ın gerçek kimliğinden haberi yoktur. Doug’ın içinde hep yeni bir başlangıç yapma ümidi vardır. Hırsızlığı kaderinin bir parçası olarak görmek istememektedir. Suçlarla dolu hayatını geride bırakıp, Claire’i de yanına alarak Charlestown’dan gitmek istemektedir. Ancak gerek peşindeki zeki polisler, gerekse de onu bu batağa sürükleyen güçler onun kolay kolay bu kasabadan ayrılıp yeni bir sayfa açmasına izin vermeyecektir.


The Town, Ben Affleck’in adeta her anlamda kendini aştığı bir proje olmuş. Yazının başında da belirtiğimiz üzere Affleck oyunculuk kariyerindeki lümpen çizgiden oldukça uzaklaşıp, olabildiğince önemli meseleleri, sağlam bir üslupla dile getirmeyi başarıyor. Hatta daha da ileri gidip The Town’u kimi yönleriyle Heat filminde bile başarılı bulduğumu itiraf etmeliyim. Filmin finalinde karakterin, tüm olumsuzluklara karşın hayatında bir umut ışığı belirmesi, filmi bir anlamda Heat’ten daha çok sevmeme sebep oldu. Oyunculuk konusunda Ben Affleck'in filmde yönetmenliği kadar göze çarpıcı bir performansı yok. Bunun yanında Jeremy Renner ve Rebecca Hall'un oyunculukları ise gayet iyi.


Sonuç olarak birçok kişinin kafasında oyunculuğundan kalma bir önyargı olan, bu yüzden de pek şans vermek istemediği Ben Affleck’in bu oldukça çarpıcı ve şaşırtıcı filmini kesinlikle izlemek gerekir. Benim gözümde 2010 yılının en etkili 3-4 filminden biri.

yazan:faust116

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder